Türkiye’nin Önü Açık

İçinden geçtiğimiz zorlu süreç Türkiye için hep birlikte üstesinden gelmemiz gereken birçok sınavı beraberinde getiriyor. Dünyanın “gelişmiş” ülkeleri acımasız ve öğütücü bir sistem çöküntüsü içindeyken, küresel kriz Türkiye gibi “gelişmekte” olan ülkelerin de kapısında. Birçoğu batıyor. Ancak küresel ekonomik veriler endişe verici olsa da biz korkmamalıyız. Zira Türkiye, zorluklara ve siyasi bedel riskine rağmen hükümetin dengeli ekonomik ve sosyal politikaları ile kendini kollayabiliyor. Unutmamalıyız ki daha önce “gelişmiş” ülkeler lehine çalışan sistem ve küresel dengeler bu kez Türkiye’nin tarafında. Konjonktürden faydalanmayı iyi beceren, güçlü ve istikrarlı bir iktidar, sorunlara rağmen bölgesinde ve dünyada giderek yıldızı daha da parlayan bir Türkiye yaratıyor. Yanıbaşımızda batan, sosyal patlamalarla çalkalanan ülkelere baktığımızda sosyal yapısı ve gelenekleri ile bütünleşmiş bir halk olarak istirkar içinde geleceğe yürümeliyiz. Endişeniz olmasın. Türkiye’nin önü açık.

2023’te dünyanın 10. büyük ekonomisi olmak hayal değil

İş dünyasında geçirdiğim 50 yıl bana her dönemde küresel ve yerel anlamda siyasi ve dahi ekonomik kehanetlerde bulunmanın riskli olduğunu öğretti. Ancak siyasi konjonktürdeki değişimleri ve ekonomiyi okumayı da öğrendiğimi düşünüyorum. Belli dönemler kendi içinde öyle tutarlıdır ki Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir. Türkiye uluslararası alanda git gide değerini artırarak, jeopolitik pozisyonunun dış politika gereklerini kararlılıkla gerçekleştirerek dünyada adından bahsettiriyor. Yeni bir yükseliş dönemi yaşıyor. Bu dönem de öyle kısa vadede duracak gibi görünmüyor. İşten bilirim. Eğer bir şirket yükselmeye başladıysa, yönetim anlamında profosyonel ve istikrarlı ise; riskleri kapasitesine göre değerlendirip atılım kararlarını buna göre veriyorsa, pazarını iyi seçip buna göre doğru strateji kuruyorsa, bir planı, bir hedefi varsa, rakiplerini iyi tartıp ortaklarını iyi seçiyorsa başarısız olması için hiçbir neden yoktur. Gelin Türkiye ile böyle bir analoji kuralım. Türkiye’yi bir şirket gibi düşünelim ve gelecek hedeflerine odaklanalım. 2023’te dünyadaki10. büyük ekonomi olmak Türkiye’nin en büyük hedefleri arasında. Kendimize inanalım ve küçümsemeyelim. Zira bu hayal değil.

İsterseniz şöyle gerilere dönüp bir bakalım. Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan nasıl belli oluyor birlikte irdeleyelim. 17 Ağustos 1999 tarihinde yaşadığımız Büyük Marmara Depremi yerine konulmaz kayıplarla hepimizi sarstı. Gayrı resmi rakamlara göre 50 bin insanımız hayatını kaybetti. Depremin maliyeti ise, Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara’dan alıntıyla, 24 milyar dolar. 2001’de yaşadığımız krizi de tetikleyen bu oldu. Binlerce insan işsiz kaldı. Birçok fabrika ve ticari işletme kapısına kilit vurdu. Borçlarını ödeyemeyen iş adamlarının intiharlarına şahit olduk. Ekonomi geri dönülmez biçimde çöküyor gibi görünüyordu. Durumun vehametini Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan’ın açıkladığı rakamlarda görmek mümkün. Babacan’ın açıklamalarına göre 2001 krizi nedeniyle ihraç edilen senetlerin toplam maliyetini ödeyebilmek için piyasalara borçlanmak zorunda kalındı. Yapılan hesaplamaya göre, bu maliyet ödemek zorunda kalınmasa, hazinenin borcu 381 milyar 877 milyon lira daha aşağı olacaktı. 2010 Aralık sonu itibariyle iç borç 352 milyar 841 milyon lira olarak görünüyordu. Yani rakamlar gösteriyor ki 2001 krizi olmasaydı Türkiye’nin şimdi hiç iç borcu olmayacaktı. Neyse ki bu ödemeler 2010 yılı sonu itibarı ile tamamlandı.

Ne kadar büyük bir borç ödemişiz farkında mısınız? Peki, sizce Türkiye 1999 yılında Türkiye’nin kaçıncı büyük ekonomisiydi? 22. Evet yanlış okumuyorsunuz. Yaralı, kalbi kırık, ruhu zedelenmiş, ekonomik olarak kolu kanadı kırılmış Türkiye o dönemde dünyanın en büyük 22. ekonomisiydi. Az önce Sayın Babacan’ın verilerine referansla görüyoruz ki krizin asıl faturası bu geçtiğimiz 10 yıl içinde ödendi. Yani asıl zor zamanların geçtiğimiz 10 yıl içinde yaşanması gerekirdi. Bu hesapla Türkiye’nin 22’cilikten çok daha aşağılara düşmeliydi. Peki, o 10 yıl içinde neler oldu? Yanıbaşımızda çıkan savaştan, dünya finans devlerinin iflasına, Uzakdoğu’dan, ABD’ye kadar birçok bölgede küresel etkileri olan ekonomik krizlere kadar çok şey yaşandı. ABD’nin kredi notu tarihinde ilk kez bir kredilendirme kuruluşu tarafından düşürüldü. Peki, bu krizler Türkiye’yi nasıl etkiledi. Evet, hepimizin aklına gelen gibi “teğet geçti”.Türkiye dünya ekonomisindeki kâbus gibi geçen 10 yıla rağmen büyümesini sürdürdü. Bugün dünyanın en büyük 16. ekonomisi konumunda. Yanılıyor muyum? Bu sizce de bir Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir öyküsü değil mi? Bir başarı öyküsü değil mi? Dahası var. Dünya büyüme grafiklerine bakıldığında 2023 yılında 10. büyük ekonomi olmanın boş bir hayal olmadığı görülüyor. Yani hepimiz için yeni bir Perşembe’in gelişi Çarşamba’dan bellidir hikâyesi başlıyor. Zira Türkiye “iyi gidiyor”.

Şimdi isterseniz önce bu hikâyenin, başarı öyküsünün kahramanlarına gelelim, yapılanlara bakalım sonra da daha da büyüyerek, daha da gelişerek devam etmek için nacizane gözlemlerimi sıralayayım.

Çok yol aldık ancak dikkat etmeliyiz

Ben kendi adıma bu başarı öyküsünde hükümetin rolünün çok büyük olduğunu düşünüyorum.

Bir düşünsenize, üst üste gelen seçim başarıları ile gelen siyasi istikrar ve gelişme daha önceleri toplumun belli kesimlerinde hükümet ile ilgili oluşan geleceğe yönelik “siyasi endişeleri” ortadan kaldırdı. Hekes Türkiye’ye şeriat gelmediğini gördü. Derin bir nefes aldı. Gereksiz siyasi tartışmalar yerine tüm ülke olarak enerjimizi işimze gücümüze vermeye başladık. Bürokrasi engelleyen değil, destekleyen bir konuma geldi. Giderek de gerçekte olması gerektiği gibi “kolaylaştırıcı” olmaya doğru ilerliyor. Yolsuzluklar minimum seviyelere indi. Sağlık hizmetleri giderek iyileşti ve uluslararası standartlara ulaştı. İllerimizin hepsi, ilçelerimzin çoğu bölünmüş yollar, tüneller ve köprülerle birbirlerine bağlandı. Altyapı yatırımlarına büyük bir hız verildi. Eğitim anlayışı, öğretimle sınırlı olmaktan çıtı. Nitelikli insan yetiştirme anlayışı ile bütünlüklü bir müfredat geliştirilmesi yolunda büyük adımlar atıldı. Üniversitelerde mezunlarının iş bulamadığı branşların yerine, aranan fakat bulanamayan elemanları yetiştiren branşlara ağırlık verildi. Sosyal yaşam kalitesi yükseldi. Ailelerimizin çoğu iki anahtar sahibi oldu. Adalet sistemi tartışılır olmaktan kurtuldu. Türkiye uluslararası alanda saygın bir ülke konumuna geldi. Bir marka oldu. Ancak önümüzde başta da belirttiğim üzere birlikte, tek yürek olarak, uzlaşı içinde aşmamız gereken bazı sorunlar var. Herşeyden önce her gün yüreğimizi yakan terör belasından kurtulmalıyız. Bunun içn gerekli adımların atılmasında, çözüm yolunda hükümete destek vermeliyiz. Uluslararası arenada, özellikle Avrupa Birliği ve Orta Doğu ülkeleri ile ilişkilerde yeni kurulan parametrelerin getireceği sınavlara hazır olmalıyız. Unutmamalıyız ki güçlü bir ekonominin yanı sıra, gelişmiş ülkelerde kabul edilmiş demokrasi anlayışının ve uygulamalarının da akıllara yerleşmiş olması gerekiyor. Bu demokrasi anlayışının ve kurumlarının gelişmesi ve yerleşmesi Türkiye’nin dünyada lider ülkeler arasına girmesinde en az ekonomi kadar önemli. Demokrasimizi geliştirmek için önümüze çıkacak uluslararası ve yerel zorluklardan yılmamalı, çalışmaya devam etmeliyiz. Unutmamalıyız ki ekonomi, istikrar ve demokrasi sarmal halinde birbirlerini besleyen, birlikte gelişen ve büyüyen kavramlar.

Türkiye’yi neler daha ileri taşır?

Yukarıda belirttiğim siyasi zorlukları kolay aşacağımıza, toplumumuzun ve kültürümüzün birlik içinde tek hedefe doğru ilerleyeceğine inancım tam. Önce de söylediğim gibi izniniz olursa ben daha fazla ekonomik ilerleme için neler yapmamız gerektiğini düşünüyorum, nacizane bunları aktarayım. Öncelikle kendimize güvenmemiz ve başaracağımıza inanmamız gerektiğini düşünüyorum. Baksanıza en kötü zamanlarda bile ne kadar başarılı olmuş, sonsuz potansiyele sahip bir ülkeyiz. Büyüme hızımızı, bugün olduğu gibi, dünyayı kıskandıracak seviyelerde devam ettirmeliyiz. Çok çalışmayı ilke edinen, bireysel çalışmanın da ortak fayda sağladığının bilincinde bir toplum olmalıyız. Bilgi teknolojisi ile iç ice olmalıyız. Ar-ge / Ur-ge önemini benimsemeliyiz. Kalitesi ve tasarımıyla da dünyada rekabet edebilecek markalar yaratmalıyız. Yolsuzluk ile sadece kurum değil, kişi bazında da mücadele etmeliyiz. Birbirimize düşmemeliyiz, AB hedefine hala ulaşamamışsak da dert etmemeliyiz çünkü artık AB’ye karşı da elimiz çok güçli ve son olarak ne olursa olsun siyasi istikrarı korumalıyız. Türkiye’yi büyütecek, yıldızını daha da parlatacak şey budur.